20 Şubat 2012 Pazartesi

"BİR KİTAP AL" (BİKİTAP) PROJESİNE SİZ DE KATILIN

Değerli BİKİTAP yani Bİr KİTap Al Projesi web sitesi okurları, hepinizi aşağıdaki yazıyı okumaya ve proje çerçevesinde bir kitap almaya ve burada ismi ve eklemek istediğiniz diğer bilgilerle yayımlamaya davet ediyoruz.

*      *       *

Birkaç gün önce, içeriğinde yüz binlerce şiir bulunduran bir şiir paylaşım sitesinde ilginç bir haber okudum. Haberin Başlığı şu: “Türkiye’nin kitap okuma haritası çıkarıldı.” Habere göre, Türkiye'de yıllık ortalama 2,1 milyon adet kitap sattığı bilinen “idefix” internet sitesi, son 12 aylık satışlarını değerlendirerek Türkiye'nin 'Okuma Haritası'nı çıkarmış. 

Değerlendirmeye göre, en çok kitap satın alan iller İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Muğla, Balıkesir, Bursa, Antalya ve Eskişehir olurken, İstanbul'dan siparişi verilen kitaplar toplam satışların yüzde 38,93'ünü oluşturmuş. Söz konusu kentler dışında kalanların oranının toplamda yüzde 26,55 olduğu belirlenmiş.
Öncelikle, Türkiye’de kitap okumakla ilgili bir yazı yazmadan önce bu verileri okurla paylaşmak istedim. Elbette ki internet üzerinden satış yapan bir sitenin çıkardığı istatistikler belirleyici ve ayırt edici tek kıstas değil. Ama bu haliyle dahi kitap okuma oranlarında bir çarpıklık söz konusu değil mi? Bilen bilir, Muğla tüm ilçeleriyle birlikte toplam 817.000, merkezinde ise sadece 75.000 civarında kişinin yaşadığı bir sahil kenti. Yani listenin daha alt sıralarında yer alanların bazıları gibi büyükşehir dahi değil, şirin ve mütevazı bir şehir, naçizane. Hâlihazırda bilindiği üzere 16 adet büyükşehir belediyesi bulunan 81 vilayet içerisinde nüfusu bakımından ilk yirmiye dahi giremeyen Muğla’nın kitap okuma oranında 12 adet büyükşehri bile geride bırakarak 5. Sıraya yerleşmesi, büyükşehirlerimizin yani geniş kitlelerin kitap okuma hususundaki aczini ortaya koyuyor kanımca. 

Bütün bunlar bir yana, çok büyük bir demografik güce ve işgücü potansiyeline sahip olan Türkiye’de hâlâ öğretmenlerin dahi %8’inin hiç kitap okumadığını, ülkede 1400 halk kütüphanesinin ve 72.750.000 civarında kişi ve 1435 civarında halk kütüphanesi bulunduğunu ve dolayısıyla yaklaşık her 52.000 kişiye bir halk kütüphanesi düştüğünü, kitap okuma oranının genel olarak yüzde 4.5 olduğunu ve bu oranın dergi okumada yüzde 4, gazete okumada yüzde 22, radyo dinlemede yüzde 24, televizyon izlemede ise yüzde 95 olduğunu, ülkede bir kişi başına düşen yıllık ortalama kitap harcamasının 2 dolar yani 3,5 TL olduğunu, Türkiye’de kitapların ihtiyaç maddeleri sıralamasında 235. Sırada olduğunu belirtmek belki kitapla aramızdaki mesafeyi anlamak açısından biraz zihin açıcı olur diye düşünüyorum. Toplumun %75’inin kitap okumadığı, % 40’ının hiç kütüphaneye gitmediği, kütüphaneye gidenlerin önemli bir kısmının da okul kitabı veya ders kitabı için yahut ödev hazırlamak için gittiği bir araştırmada belirtiliyor.(Prof. Dr. İbrahim Ortaş, Kitap Okuru Bir Toplum Muyuz?, Çukurova Üniv.)

Avrupa’da Türkiye’yle birbirine yakın nüfusa sahip  (81.500.000) olan ve 20. Yüzyılda yaşanan her iki büyük dünya savaşından yenik ayrılıp sonucunda da ikiye bölünen Almanya’da ise halk kütüphanesi sayısı 12.000 adet civarında. 5.000.000 nüfuslu Finlandiya’da dahi 1202 kütüphane bulunduğunu söylersek 1435 kütüphaneli ve 72.750.000 nüfuslu Türkiye’de kütüphanelere verilen önemi anlar, buradan da halkın kitaplara olan ve git gide çığ gibi büyüyen sevgisini açıkça görebiliriz. Bu verileri tararken gözüme yukarıda verdiğim Finlandiya örneğinden hemen sonra bir Fin atasözü çarpıyor, sonra da bizim atasözlerimizi ve yönetim biçimimizi tahayyül edip gülümsüyorum. Fin atasözü şöyle: " Kitaplıklar demokrasinin kaleleridir."

Kütüphanelerle ilgili benim vurgulamak istediğim bir sorun da şu ki; devlet eliyle işletilen kütüphanelerde de diğer kurumlarda olduğu üzere memurlar çalışıyor. Dolayısıyla da kütüphaneler mesai saatlerine tabi oluyor. Hâlbuki nüfusun çok büyük bir kesimi öğrenci, memur, işçi vs. çalışan ve/veya mesai saatlerinde müsait durumda olmayan kişilerden oluşuyor. Yani insanlar kütüphaneye gitmek istese de hafta içi çalışma saatlerinde gidemiyor ve yeterince yararlanamıyorlar. Bu da bizim kütüphanelere ve kitap okumaya verdiğimiz önemin ve bu alanda kamu hizmeti vermek hususunda gösterdiğimiz hassasiyet ve samimiyetin bir göstergesidir. Ben ülkede kütüphanelerin sayısını camilerle, hastanelerle karşılaştıran güruha açıkça karşıyım. İnsanların inançlarını, sağlıklarını ve alışkanlıklarını kıyaslamak hiç kimseye bir şey kazandırmayacağı gibi bu konuya da gerçek bir çözüm getirmeyecektir. Ayrıca, yukarıda verilen oranlardan da görüldüğü üzere, kamu hizmetleri toplumların ihtiyaçlarına göre verilmektedir. Bir toplumda eğer kitap ihtiyaç maddeleri içerisinde 235. sırada geliyorsa burada kütüphane sayısından önce bireysel olarak kitaba verilen değerin sorgulanması gerektiği aşikârdır.

Bağımsız Eğitimciler Sendikası'ndan yapılan bir açıklamaya göre, kitap okuma oranının yüzde 4, 5 olduğu Türkiye'de yılda sadece 23 milyon adet kitap basılıyor. Japonya'da ise bir yılda basılan kitap adedi 4 milyar 200 milyon. AB ülkelerinde yıllık kitap harcaması ortalaması yaklaşık 500 dolarken (885 TL) Türkiye'de bu rakam yukarıda da belirttiğim gibi 2 dolar (3,5 TL) düzeyinde seyrediyor. Birleşmiş Milletler araştırmasına göre ise kitap için bir Norveçli 137, bir Avustralyalı 100, bir Güney Koreli 39 dolar ayırıyor yılda. Düşünün ki, bu ülke daha önce Japonya, ardından ise Kuzey Kore tarafından işgal ve tahrip edilmiş… Şimdi ise batı vizyonuna sahip, demokrasi ve ekonomik refah içinde yönetiliyor.

Her ne kadar bir Türkiye Yayıncılar Birliği yetkilisi, Türkiye’de son üç yılda okuma alışkanlıklarında ciddi bir artış olduğunu, kişi başına yılda ortalama 5 kitap düştüğünü ve geçen yıl (2010 yılını kastediyor) en az 300 milyon kitap satışı olduğunu iddia ederek iyimser baksa da, ben halen günde ortalama 5 saatini televizyon başında geçiren ve varlığı sayesinde reklam piyasalarına büyük katkılar sağlayan Türk okurunun okuma zafiyetinden sıyrılamadığı düşüncesindeyim. Muhakkak ki kitap okuma sayı ve oranlarında artışlar olmuştur. Ama okunan kitapların da bence niceliği değil niteliği ve kişiye, aileye ve topluma kazandırdıkları önemlidir. Futbolu ya da başka bir sporu hedef göstermek istemiyorum ama söylemeden de edemeyeceğim: futbol seyircimiz ve kesseniz kanı takımının renginde akan milyonlarımız kadar kitap okurumuz olsaydı belki şimdi Avrupa ve Amerika yazarları ülkemize değil, ülkemiz yazarları yurt dışına taşınır ve damga vururdu kitaplarıyla. Belki de “New York Times Bestseller” (New York Times, en çok satan eserleri) arasına her yıl farklı eserlerimizle girebilir, tartışmasız ve kuşkudan uzak bir şekilde ve istikrarla uluslararası alanda kabul gören ödüller alabilir ve hatta Dünya halklarına Türkiye’yi ve Türkiye insanını bambaşka tanıtabilirdik. Kim bilir? Belki de hatta yüz binlerce motifin ahengi ve ezgisiyle örülmüş bu muazzam kültürümüzün üzerindeki ölü toprağını silker ve egemen kültür olarak emperyal dünyaya kültürümüzü dünyaya yayabilir ve başka kültürlerin dil ve özelliklerinin altında devşirilmekten kurtulabilirdik… Dedim ya, kim bilir?


"Bir fikrim var" (BİKİTAP) kısmına gelecek olursak; Bu yazıyı okuyan yurttaşlarıma bir fikrimi ve önerimi sunmaktan kaçınmayacağım. Bu yazıyı okuyan herkes bir adet kitap alsa, yazı elden ele dolaşsa, ülkemizde bulunan yaklaşık 27 milyon internet kullanıcısının yarısı dahi bu yazıyı okumuş ve bir kitap satın almış olsa, içinde bulunduğumuz ülke için bir adım atmış olmaz mıyız? Oluruz hiç kuşkusuz… Bilinmeli ve unutulmamalıdır ki; yüzlerce kilometrelik de olsa bir yol, tek bir adımla başlar.

Av. Arda İNAL,
15.02.2012

Kaynakça:
1-Prof. Dr. İbrahim Ortaş, “Kitap Okuru Bir Toplum Muyuz?” Çukurova Üniversitesi,
2- TKD Halk Kütüphaneleri Bildirgesi
3- Wikipedia.org
4-Aksiyon Dergisi
5-Antalya Dil Gönüllüleri, 08.03.2011 tarihli yazısı
6-Antoloji.com 07.02.2012 tarihli haber, (kaynak:CNN Türk)